BİRAZ İNSAN OL!
Hayatı sevmek için insan olmak gerekiyor. Fakat maalesef ki insan sevebilmek mümkün olmuyor. Kötü düşünce, anlayış ya da gaddar olmaktan bahsetmiyorum, cahillikten bahsediyorum. Çünkü cahil insanın çaresi yoktur. Tanımı boştur. Zaman kaybıdır, utanç vericidir. Cehaletten öte köy yoktur. Allah düşmanın bile akıllısını versin derim hep. Çünkü ne dost ne düşman, cahil olduktan sonra hiçbir şey ifade etmez.
Tarih boyunca insanlığa dair sayısız olay yaşanmıştır. Savaşlar, imparatorluklar, aşklar, efsaneler, dinler, diller, ırklar, sanatlar, açlıklar, bolluklar ve daha neler neler... Ama hangi dönemde hangi olayda ve hangi mekânda bulunursanız bulunun, tüm kayıplar "insan olmamakla" yaşanmıştır. Meslek sahibi olmadan önce insan olalım. Birilerine akıl vermeden önce insan olalım. Sevmeden önde insan olalım. İnsan olalım ki; câni olmayalım, cahil olmayalım, vasıfsız olmayalım. Biliyorum kimisine çok zor gelecek ama sadece biraz "insan olalım".
Medya İnteraktif Yönetim Kurulu Başkanı - ENES YARDIMCI

ADIM "İNSAN"
İnsanın henüz adı bile anılmazken, tozu dumana katıp savuran bir kudret vardı. Suya yöneldi ve galaksiler emrine amade oldu. Milyarlarca yılın ardından, yeryüzü toprağından ahsen-i takvim üzere var edildik. Kuvvetin güzele dönüştüğü bir kilit noktada değerimiz kat be kat arttı, çünkü bir et parçası olmaktan kurtuldu ve içine sonsuzluk üflendi kalbin. Kalp, aklın nurunun yetemediği yerde kendisine lütfedilen kudretle inanabildi. Göz delil arayadursun, kalp imanın tadına mest oldu. Yine de zirvesi görünmeyen dağların yanı başında dibi bulunmaz çukurları vardı onun. Kalp, azizle zelilin çarpıştığı, aman vermez bir mekândı. Âdem atasının keramet tahtına oturduğu günü hiç unutmasın insan. Bu şehirler niçin kuruldu bilen var mı? Buğday niçin ekildi, biçildi, fırına girip ekmek oldu? Yağmur niçin yağdı bilen var mı? At niçin evcilleşti? Şatolar, konaklar, kulübeler, toprak evler niçin var? Zaman kimin için un ufak oluyor, köprü kime kuruldu? Rengârenk derilerle, bambaşka dillerle, uçsuz bucaksız gönüllerle insan ne diye insan oldu? Yesin içsin eğlensin ve hiç yaşamamış gibi yok olup gitsin öyle mi? Göz hakikatin rengiyle kamaşmadan dil, hakkı konuşmadan ömür geçsin öyle mi?
Bu hayret dünyası, insanın kalbindeki küfrü de besler, şükrü de. "Her gece kadirdir, her gelen Hızır..." diyene aşk olsun. Umudu cennet, korkusu cehennem olana aşk olsun. Serveti iman olana, gönlü muhabbet dolana aşk olsun. Yer bedeni çeker, ruh da bedene hürmetle, sabırla yürür. Yürüdüğü yolun nereye vardığını bilen akla aşk olsun. Vakit, ne vakit oldu bilmem, ama insanın adı anılır oldu. Her zerre nerede toplanacağına karar verdi. Gökler kıvam buldu, sofra kuruldu. Kahır mı, lütuf mu bilmem ama kâseye konuldu? İnsanoğlu o kâseden acıyı sabırla, tatlıyı şükürle içti. Ya da acıya isyan etti, tatlıyı içti, şükrü unuttu. Öyle ki tatlıya bile isyan etti. Ama en güzeli vardı insan kalbinin, acıya bile şükretti. İnsan başıboş bırakılacağını mı zannetti? Seçtiği yolu, geçtiği yolu, gören bilen yok mu zannetti? "Eklem yerlerinizi ben kaynaştırdım, size hareket imkânı verdim." diyen Allah aşkına! Nereye gittiğini O göremez mi zannetti? Bir oruç akşamındayım şu an, anasır-ı erbea'nın, demem o ki dört ana unsurun yarısına karşı koymuşum. Ateş ve havadan olmasa da, su ve topraktan el etek çekmişim. İmsak ve iftar arası dalmışım rahmet deryasına, lütfa ermişim. "İnsan ne ki, böyle aziz kılınmış?" diye düşünüyorum. Şu an şehrin ışıkları arasında seyre dalmışken, çayımdan bir yudum alıp kendi yokuşlarımı tırmanmaya devam ediyorum. İnsan zor, insan muamma, insan buz, insan ateş… Ama hakikat odur ki insan toprak. Bütün iç seferlerimden ganimetle döndüm elhamdülillah diyorum.
Nerede insan var orada evler var aileler, caddeler, sokaklar, çarşılar, pazarlar var. Nerede insan var orada dedikodu, iftira, kıskançlık, zulüm, katliam, gözyaşı ve keder var. Nerede insan var orada onur, haysiyet, yardımlaşma, tebessüm, şefkat, sadakat ve sevgi var. Öyleyse insanı insandan farklı yapan sır ne? Kitabı sağdan verilenlerden şanslı kim olabilir? Firdevs'e girenler elbet. Allah'ın cemalini görebilmek için bir yığın tuzak kurulsa, biz de o tuzakları fark edip kurtulsak daha ne isteriz? İnsan her şeyi ister, doğası gereği hile yapmayı ister, zina etmeyi ister, isyanı ister, dövmeyi, sövmeyi, öldürmeyi ister, zahmetsizce zevki sefayı ister, zulmü ister. Ama aynı insanoğlu, huzuru, sevilmeyi, adaleti, çabalamayı, inanmayı ve sonsuzluğu da ister. Annemizden kendi çocukluğumuzu dinlemeyi severiz. Yetmez aslımızı sorarız, dedelerimizin nereden geldiğini... Ve ilk insanlık tarihine kadar gideriz. Ama yetmez, dünyanın ilk var olduğu zamanı bilmek isteriz. O da yetmez, evrenin yaşını bulur çıkartırız ortaya. “Buraya kadar eyvallah” demeyiz. Sonra da geleceği sorarız. Güneşin ne zaman söneceğini, Dünya'nın doğal kaynaklarının ne kadar dayanacağını, insanlığın ömrünü merak ederiz. Bütün zamanlara sözümüz geçsin diye mi acaba? Sofradan aç kalkınca sinirlenen, uykusunu alamayınca huysuzlanan, gözüne toz kaçsa telaşla gözünü ovuşturan aciz insan mı zamana hükmedecek olan? Hem bu kadar zamana ve mekâna diş geçirmek cüreti ve cesaretiyle doluyuz, hem de bu kadar zayıf. "Kendini bilen rabbini bilir" hadisi birçok şeyi açıklıyor aslında. Kötülüğü emreden nefis de insanın mayasına katılmış, kendini sorgulayan nefis de... Hatta kaderinden razı, huzura ermiş olan nefis de mayamıza katılmış. Bizi güçlü yapan şey kaslarımız değil. O açıdan bakarsak gariban, kalender ve fakir kalırız. Evvelini ve ahirini sorgulayan insanoğlunu güçlü kılan şey, kalbine dolan sonsuzluk. O sonsuzluk duygusuyla yaratıcısını fark etmesi ve göremediği halde ona bağlanması ve bütünleşmesidir. Beden güçsüz ama ruh güçlüdür dedikten sonra sevap günah kavramları daha bir anlam kazandı. Bedenin istedikleri şeyler günah olarak insanı alçaklığa sürüklerken, ruhun istedikleri insanı sevaba götürüp yüceltiyor. Yerçekiminden etkilenen beden iken, buna rest çeken ruhtur.
İnsan, bedeninin sınırlarını hep merak edip zorlamıştır. Rekor denemeleri yaparak en üst seviyeyi görmek istemiştir. Peki, neden ruhunun sınırlarını merak etmesin ki? Belki beden ve ruhun iş birliğiyle en üst seviyede varılabilecek keşfedilmemiş yerler ya da lezzetler adı her neyse bir şeyler vardır. Her canlının marifetini taklit etmek isteyen ve hatta tanrılık makamında bile kendisini görmeye yeltenen insanoğlu, neden ruhunun gizemlerini çözmesin ki? Beden, bilimle açıklanabilen sırrını eninde sonunda açığa çıkaran bir şaheser evet, ama kalp devasa bir şaheserdir. Yapay zekâdan sonra bir de hissedebilen bir kalp yapılırsa insanoğlunun sırrı çözülmüş olur herhalde. Issız dağın başında bir su kaynağı olsa, yılanı, kartalı, börtü böceği o kaynağı keşfeder çünkü susuzluk suyu aratır ve buldurur. Eğer hayatın anlamını arıyorsa insan, es geçemez, kafa yorar, başı çatlarcasına düşünür ve araştırır. Sonra hakikatin kaynağına ulaşır. Hidayet budur işte! Yemek içmek, ölüm kalım, dünya ahiret, zaman mekân her ne varsa anlamını bulur. Arı duru tertemiz bir duyguyla insan olduğunun farkına varan, beden ve ruh arasındaki dengeyi görür. Bedenine hürmet eder ama onu dizginlemeyi öğrenir, onu emanet kabul eder, hıyanet etmez. Sınırlı dünya zamanını iyi değerlendirip, sınırsız ahiret için yaşamayı öğrenir. Önem sıralaması yaparak günlük hayatını düzenler. Konumunu, değerini fark eder, tam anlamıyla yörüngeye oturur. İstikamet üzere olur. Bunu kaybetmemek içinse her vakit namazında Fatiha ile dua eder. "Bizi dosdoğru yola ilet" diyerek. "Dosdoğru" dediği hakikattir, hakikat ise tek. İnsanın adalet terazisi olan vicdanı hür ve hassas ise o insan nihayet doğruya ulaşır. Çünkü ters giden bir şeyler varsa, vicdan azabı onu yolundan çevirir ve huzur arayışına iter. Katiller bile hiç kimsenin bilmediği suçlarını bu azaptan dolayı itiraf edebilmiştir. Özgürlüğünü kısıtlayıcı bir hapis cezasına bile razı olup itirafı tercih etmiştir.
Vicdan bir terazidir her yaptığını onunla ölçen insan kolay kolay yanılmaz. Çoğunluğun yaptığı bir şeyi yaptım diyelim ama vicdanıma rahatsızlık verdi. Çoğunluğun yaptığı o şeyin doğru olduğunu göstermez, bazen insan azınlıkta kalır. Fakat kalbin ibresi şaşmaz, ne kadar bahanelerle kendini inandırmaya çalışsa da vicdan susmaz ve doğruyu haykırır. Fıtratı düzgün orijinal ayarlarıyla yaşayan insan bir çocuk kadar cesur ve açık sözlüdür, umutlu ve neşelidir, karıncaya bassa hüzünlenir, küçücük şeylere sevinir. İnsanın adı sanı yoktu bir zamanlar, hatta zaman da yoktu. Sonradan "Ol!" emrine tabi oldu olanlar. O varlık sevinciyle bir gece yarısı, uykumu feda ettim bu satırlara. Mübarek Ramazan'da, sahur vaktinde, sehere yakın, huzur doluyum. Aklımın zekâtını yazarak veren Rahman ve Rahim olan O'nun kuluyum, Muhammed ümmetiyim ne ala. Adım insan, zaman ahir, mekân dünya ve nihayet dönüş Allah'a.
Yazar - GÜLŞEN ASLAN

İNSAN DİPSİZ KUYUDUR
Birbirimizi bir çift gözle gördüğümüz halde hala tam anlamı ile çözememişizdir. Kendimizi ve bulunduğumuz evreni çok uzağa gitmeden kendimizden başlayarak belki tanıyabiliriz davranışların manasını bile kendimiz adlandırdık. İyi, kötü, doğru, yanlış gibi ahlak kavramlarını ve yaşam düzenini de netice de belirleyen insan faktörüydü. Bunlarla beraber kültürler oluşmaya başladı ve yaşam sosyal şekilde devam etti. İnsan olarak kendimizi tanımak için kendimize dışardan bakmalı ve evreni nasıl algıladığımıza odaklanmalıyız. Bu bizim nasıl bir mahlûkat olduğumuz konusunda çeşitli ipuçları verir.
Maneviyatta çok güzel bir söz vardır İnsan mükemmel bir varlıktır. Varlıkların en şereflisidir. Evet, ama isterse en zıttı en aşağılığı da olabilir. Günümüzde her iki türlüsünün de örnekleri çokça mevcuttur. Bununla beraber sınırı olmayan bir bilinmezliliğiz biz. Dedik ya insan dipsiz bir kuyudur diye.
Yazar - ADİL GÜNEŞ

NE KADAR “İNSANSINIZ”
Yaratılan varlıkların en yücesi, var olan kâinatın oluşum sebebi insan. Evet, insan için ne kadar güzel söylüyoruz değil mi? Cidden günümüzde şöyle bir aynaya baktığımızda yaratılan varlıkların en yücesi miyiz? Yaratılış amacımızın ne kadar uzağındayız değil mi? Yaratılış hakkında Yunus Emre der ki; “Yaratılanı severim, Yaradan’dan ötürü.” der. Öyle bir yer ve zamandayız ki insanın insana zarar verdiği dünyadayız. Ne yaratanı seviyoruz ne de yaratılanı. Ne zaman yaratandan uzaklaşsak ne zaman merhametine ve hoşnutluğuna muhtaç olduğumuz yaratıcıdan uzaklaşsak ne birbirimize saygımız ne de birbirimize sevgimiz kalıyor. Yapılması gereken basit değil midir? Yaratanı sev ki, yaratılan canlıyı sev. İşin temelinde de sevmek yatmıyor muydu? Neden doğayı, hayvanı, yaratılan insanı sevmiyoruz. Platon, "İnsan, her şeyin en kutsalı olduğu gibi, en kötüsüdür de.” der. Bu kadar kin, öfke ve nefret neden? Peki, insan bu husus da ne yapmalı? Ayna karşısında kendi kendimizin kötü huylarından kıskançlık, kin, öfkeden arınmalı alçak gönüllülük ve sevgiye yönelmelidir.
MİTV Genel Yöneticisi - HALİT ÇETİNKAYA

İNSAN
İnsan diyoruz, insanlık diyoruz. Peki ya insan nedir? Ne kadar insanız? İnsansak ne kadar yaşıyoruz? İyi miyiz kötü müyüz? Neye göre iyiyiz neye göre kötüyüz... Buna cevap aramak için yazıyorum.
Öncelikle insan biyolojik, sosyolojik ve psikolojik bir varlıktır. Gelişmiş estetik bir duruşa sahip beyne, dile ve bunları geliştirecek kabiliyete sahip olan varlığa denir insan. İnsan, yine bir insandan doğar, büyür ve gelişir. İçinde büyüdüğü aile, toplum, kültür, din, dil, ırka göre şekillenir ve orada öğrendikleri ile hayatını ikamet ettirir. İnsan bunlarla yetinmeli farklı bakış açısıyla da bakmadı hayata herkesin bir kültürü dini, dili, ırkı olduğunu bilmeli bu şekilde geliştirmeli kendini ve milliyetçi olmamalı sadece benim milletim dememeli. Çünkü şüphesiz ki bütün savaşlar kendi milletinin, kendi benliğinin rahatı için güçlü tarafın güçsüz tarafı ezmesi yüzünden olmuştur. Bunun adı bencilliktir ve insanlığı öldürecek en büyük silahtır.
İnsan psikolojik bir varlıktır da çünkü duygu ve düşünceler onu diğer canlılardan ayıran en önemli özelliktir. İnsan duygu ve düşüncelerinin tetiklediği davranışlar sergiler. İnsan genel olarak budur ve böyle olmalıdır. İçinde bulunduğumuz coğrafyanın toplumun dayattığı normlar değerler ne kadar doğru? İşte bunun cevabı çok göreceli ve koca bir boşluk gibi. Toplumun dayattıkları mıdır doğru olan yoksa insanın muhakemesi olan vicdanının söyledikleri midir? Bence şüphesiz ki vicdanının söyledikleridir, onun rahatlığıdır insanı insan yapan.
Çok kez duymuşuzdur ağızlardan “İnsan gibi yaşamak” tabirini. Peki, insan gibilik nedir? Kimine göre dürüstlük kimine göre merhamet, inanç kimine göreyse var olmuş olmak bile insanlıktır. Bu kadar basit olmamalı insanlık. Bu kadar geniş bir konuyu tabii ki de göreceli olarak ele alacağım bana göre insan olmak şair Cahit Zarifoğlu’nun da dediği gibi “Bir duruşa sahip olmaktır.”. Zarifoğlu diyor ki; Bir duruşu olmalı insanın, bir bakışı, bir anlayışı, bir aşkı, bir davası olmalı. Aslında bu söz tam anlamıyla insanın olması gerektiği yanı denebilir.
İnsan bir amaç için yaşamalı. O amaca ulaşmak için ise duruşu olmalı. Duruştan kastım kendine ait insani değerlere sahip olmaktır. Bulunduğumuz bu evrende insan neye ihtiyaç duyar? Paraya, aşka, mutluluğa, başarıya kimine göre eve, arabaya… Bunları elde ettikçe hep daha fazlasını ister. Ama bunları her zaman elde edemeyebilir bunları elde etmek yerine, elde ettikçe daha fazlası için çabalamak yerine, elindekiler ile mutlu olmayı öğrenmeli. Hiçbir şey elde edemese de bir duruşa sahip olmayı öğrenmeli ve denemeli. Hep bir duruşu olmalı. Sevgi için karşılık beklememeli mutluluk için hamle beklememelidir kendi kendine yetmeli ve insan gibi yaşamak için çabalamalıdır. Duruşu olmayan insan ise her zaman başkaları ile hareket eder. Kendi fikri, düşüncesi, bakışı, davası yoktur. Kendini tamamlayamamıştır. Böyle bir insanın insanlığa kazandırabileceği sadece toplumun belirlediği normlardır.
Dünya açısından bakacak olursak olaya dünyada çok az insan kaldı. Nüfus olarak her geçen gün artışta olan insanlık, soyut olarak değerler açısından ise yok olma yolunda ilerliyor. İnsanlık ölüyor ve biz susuyoruz. Bunun en büyük örneği ise kısa süre önce kıyıya vuran Alya bebek olsa gerek. Bu örnek ile sınırlandırmak mümkün değil tabi ki savunmasız bulunduğu için öldürülen kadınlar, kendi milletinin refahı için başka devletin milletlerini ve milyonlarca insanı menfaatleri uğruna harcayan, onlara yaşanabilir alan bırakmayacak kadar da bencil acımasız olan bir dünyada yaşıyoruz. Tüm bunların içerisinde insanlık nerede? Bunları yapanlar insansa bir karıncayı incitmemeye dikkat edecek kadar hassas davrananlar nedir?
Dünyada bencillik hakim iken merhamet yoksunluğu ve inançsızlık, ümitsizlik baş göstermesi çok normaldir. Bunlar varken mutlu olmak mümkün müdür? Mutlu olunmadan yaşanılabilir mi? Tabii ki de mutlu olmadan yaşanılmaz. Biyolojik olarak yaşansa bile ruhen huzura kavuşulmaz. Bir çocuğu sevmek, başını okşamak, onu mutlu etmek, gülümsetmek ve gülümsemek ona varlığını hissettirmek, yanında olmak tebessüm etmek insan olmayı tanımlamak ve tamamlamak değil midir? Eskiler der “Dünyadaki en mutlu kişi mutluluk verendir.” mutlu olmak için mutlu etmeliyiz ve olay tam olarak da budur. Bencil davranarak bir yerleri yağmalayarak mutlu olunmaz yalnızca insanlığın katili olunur.
Hayattaki davamız insan olarak doğduk ve insan olarak yaşamak olmalıdır. Süremizin kısıtlı olduğunun farkında olup var gücümüzle yaşanabilir bir dünya, merhamet dolu insanlık bırakmak için çabalamalıyız. Davamızın ortak, duruşumuzun dik, bakışımızın güzel olması duasıyla.
Yazar - MERYEM GÖKÇE

ÂDEM
Yıllardan beri süre gelen o meşhur ve yanıtlanamayan "İnsan nasıl olmalı?" sorusunun yanıtı problemin kendi kökündedir. Burada problem insandır. İnsanın nasıl olmasından ziyade soru şöyle olmalıdır; "İnsan neden olmalıdır?". Savaşları başlatan her türlü canlıya zarar veren ve doğaya zerre saygısı olmayan insan yaratılışında eşref-i mahlûkat değil miydi? Peki, neden bugün dünyamız bu halde. Dünyanın ortasına inince kan ve vahşet, doğusuna çıkınca istilalar, mandalar, himayeler ve en gerçeği olan sömürge. Batısında her şeyi büyük bir problem olarak gören fakat bütün tepkileri kınamaktan öteye geçmeyen insanlar ordusu. Her şeye ve herkese yetecek kadar nimetleri olan dünyada insan neden sürekli mağdur olmak zorundadır? Bütün bu problemlerin çözümü insanı ortadan kaldırınca çözülür sanırım. Çünkü bu dünyayı bu hale getiren, bu dünyanın insanlarını sefil eden yine insandır.
Çağımıza böyle bir göz gezdirince görüyorum ki insan ve insanlık namına en ufak bir belirti bile kalmamıştır. İyi insan yoktur. Eline kötülük yapma fırsatı geçmemiş cesur olmayan insan vardır. Yeterli şartlar sağlanınca herkes bir parça vicdansız ve gaddardır. Bunun en büyük örneği de siyasetçilerdir. Seçimden önce bize iyi insan portresini çizen siyasetçiler gerekli şartlar sağlanınca nasıl da kan kusturdukları yeterince aşikârdır. Bunun çözümü ise yoktur.
Çünkü insanoğlu anlam arayışında sürekli kendine anlamlar bulmaya çalışınca sonunda büyük anlamsızlığa çıkıyor. Çünkü bu dünyanın bir var olma amacı, anlamı yoktur. Çünkü sadece ölüm gerçektir. Bu gerçekliği biraz da olsa kavrayan insanların gerçek dünya anlamını bulduğunu düşünüyorum. Sonunda ellerinde kalacak olan şeyin bir avuç toprak olduğunu bilip üç günlük dünyada beş günlük yaşam planı kurmayanlardır bu dünyanın gerçek amacını kavrayanlar. Geri kalanlar da hiç ölmeyecek gibi yaşayıp, bütün yaşayanların yaşamını haram etmekten başka bir şey bilmeyen bir insanlıktan nasibini almamış insan topluluğudur.
Yazar - ADİL YAŞAR

0 Yorumlar